tiksiniyor, nefret ediyor olabilirsiniz ama insanın ne olduğunu az çok tartınca avcılık bile bir yerde anlaşılabilir bir şey. vegan, vejetaryen değilseniz –üstüne düşünmekten imtina etseniz, düşününce içiniz kalksa dahi– hayvanların şu veya bu sebeple öldürülmesine, bir ölçüde, zaten “alışığız”. hatta insanın insanın öldürmesine bile alışığız, bu fiili normal gördüğümüz anlamına gelmiyor bu alışıklık. (bu alışık olma halinin alışkanlık kelimesiyle ifade edilemeyeceğini şu anda fark ediyorum, alışkanlık=habit o resmi çekmiyormuş meğer) ama bu görmezden gelmenin, alışıklığın, hatta diyelim aldırmazlığın bile kapsayamadığı, insanın kötülüğüne dair kötü bir karikatür gibi duran fiiller var.
kuşlara bakmayı sevdiğimden sosyal medyada da birtakım kuş insanlarını takip ediyorum. geçenlerde bunlardan biri hatay taraflarında bir yerlerde göçmen kuşlara silah atmanın yörede bir “kültür” halini aldığını, bunun önüne geçmek için çok çalışmak gerektiğini anlatıyordu. çok düz bir hakikat gibi, ama anlaması çok zor. insanlar da gönderinin altında neden böyle bir şey yapıyorlar diye tekrar tekrar sormuşlar, işte alışkanlıkları böyle denmiş mealen.
göç devam ettiği için ara ara saçma yemiş ama ölmemiş leyleklerin görüntüleri, koruma çağrıları karşıma çıkmaya devam ediyor. birkaç gün önce de lübnan’dan bir video düştü önüme. sanırım konmak üzere döne döne topluca alçalan bir leylek sürüsünün peşine düşmüş bir kalabalık, çoluk çocuk yetişkin, başlarını havaya dikmiş, çayır gibi bir yerde heyecanlı heyecanlı koşuyorlardı. ellerinde de av tüfekleri ve makineli tüfekler vardı. rastgele leylek sürüsünü tarıyorlardı. vurulan leylek düşüyor, sürüdaşları alçalmaya devam ediyor, aşağıdakiler taramaya devam ediyor, alçalan dairenin orasından burasından yine leylekler düşüyor…
herhalde dünyaya elli kere daha gelsem, elli kere daha karşıma çıksa yine anlayamayacağım bir fiil. o kadar tuhaf ki üstüne ne düşüneceğini bile bilemiyor insan, çünkü en korkunç gördüğümüz kötülüklere dair bile (taraflarına dair, motivasyonlarına dair, gelmişine geçmişine dair) belli kanaatlerimiz ve bu kanaatleri zaman zaman belli cevaplara çarpıp kısmen anlamlandırma imkânımız var. burada yok. dünyanın dört bucağından çeşit çeşit şiddet fiili her gün en net görüntülerle önümüze düşüyor, her yerimiz soykırım, profesyonel çocuk katliamı yapan canilerin kutlamalarını izliyoruz her gün. elbette leyleklerin öldürülmesinin bunlardan dağa ağır, daha kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. ama bu şiddeti anlamlandırmak diğerlerinden daha zor geldi bana, böyle zamanlarda insanın aklı error verebiliyor.
devamını izleyemedim görüntülerin. bir süre sonra bu konuda bir şeyler yazıp çizen olmuş mu diye merak edip biraz bakındım. malta lübnan’dan berbat. gece konan leylek sürüsünden sabaha tek bir kuşun kalmadığını yazan haberler, parçalanmış leylek cesetleriyle dolu araziler… sonra yakın tarihli bir haber dikkatimi çekti. guardian geçen sene haber yapmış. her yıl yolu lübnan üstünden geçen göçmen kuşlardan tahminen iki milyon altı yüz bininin öldürüldüğünü yazıyor. yemek için mi öldürüyorlar? hayır, eğlence için diyor. düşürdükleri kuşların cesetlerini, belki bir fotoğraf çekip, orada çürümeye bırakıyorlarmış. daha çirkini, insanın aklına gelmeyecek kadar çirkini de şu: tiktok çıkalıberi kuş katliamı iyice artmış. kim daha çok leylek düşürdü diye övünmek için tiktok kanallarında yayınlıyorlarmış makineli tüfeklerle yaptıkları avları. daha çok like için daha çok leylek. gurabahane-i laklakan’dan buraya.
sanal görünürlük hepimizin içini bir şekilde zehirliyor, zehrimizi katmerliyor. normalde söylemeyeceğimiz şeyleri söyleyebiliyoruz, personalarımız belki kişiliğimizi bile aşındırabiliyor. bunlar zaten korkunç. ama bin yıldır aynı yoldan göç eden leyleğin de tiktok yüzünden ölmesi müthiş canımı sıktı. ne diyelim, hiçbir şey diyemeyelim.
Ortada bir yarar yok, çıkar ise sosyal medyada boy göstermek, dev aynasına suretini düşürmek. Özet, bu. Bundan ne çıkar? Yararın insanları kesmediği; tek tek eylemlerin getiri götürü hesabı ve tahvil edileceği tatmin yerine yıkımdan haz almak, canlılar arasında bir canlı olmanın, doğada varoluşun değillenmesi. Kendi halinde olmanın insanı kandırmadığı, kalp para saydırdığı piyasa ilişkilerini ortadan kaldıramıyor, buna kendinizi sevk edemiyorsanız -bu bir şeylerin olumlanmasını gerektirir- (kurşun/palavra) sıka sıka yaşamak bir yanıt oluyor, hem sizi bir doğru aramaktan, öyle uzaklara gitmekten de kurtarıyor. İnkar edilen şey sırf doğru/yanlış değil, mesafe de. Sıka sıka yaşamak, nabzı, bitik tüpte kalanı da çıkarmak için tüpü dürer gibi, dibini de sıyırır gibi atanlar için şeyleşmenin tabiatıysa, "bağ kütüğünün üstü kuşların altı karıncaların hakkıdır" meselleriyle tedvin edilmiş kişilikler için sıkılan canlar, yazıklanmak demek. "Dizimizi değil faşistleri dövelim" gibi kavgaya çağrıların barutuna ne olduğu, faşistler dövülünce faşizmin de dövülmüş sayılıp sayılmadığı gibi marke edilen alanlarda adam kaçırıp oyun kurmak zorsa, meseleyi başka yerlerden tutacak, ortalar açacak olanlar vardır herhalde. Gönül sosyalizmi de bulgur pilavı gibi, o yüzden ayran niyetine yazıklanmaya yazıklanmakla sözün nefsaneliğinden bir ağırlık çöktü, uyku yaptı b'öğün. Topsuz alanda faul.