bu blogculuk işlerine ilk meraklandığım dönemde, herhalde 2010 gibi filan olmalı, üstüne uğraşarak yazdığım ilk yazılardan biri bir gezi yazısıydı. gürcistan-ermenistan gezi notları gibi bir şeydi, bol bol fotoğraf eklemiş, o dönem bana ilginç gelen ne varsa uzun uzun yazmıştım. sonra bir zaman daha gezmeye devam ettik ama başka gezi yazısı yazdım mı hatırlamıyorum, en azından epey zamandır yazmadığım kesin. çünkü ayıp gibi geliyor. eskiden cebine bir-iki ay biriktirdiğin parayı koyduktan sonra, rezilliği de göze aldıysan, okyanus geçmeden gidilebilen yerlere bir şekilde gitmek çok büyük hadise değildi. şimdi sadece vizesini almak bile insanı teröre özendiren bir zorluğa dönüştü. ama şimdi, gene de, arsız gibi gezi yazısı yazıyorum çünkü gezmezken beynimde günlük stres ve iş işleri ve ev işleri ve genel kaygı dışında bir şey olmuyor, yazıyla sohbete vesile olacak bir şey bulamıyorum kolay kolay.
kışın internette boş boş gezinirken görülen birkaç kare fotoğrafın etkisiyle, yeşil pasaporta güvenerek, hemen —baya ucuza— otel rezervasyonlarımızı yaptırmış, uçak biletlerimizi almıştık. bol yeşilli bir yerde bol yürüyüşlü bir yayla tatili olacaktı + olay italya’nın kuzeyinde bir yerlerde gerçekleşecekti. gideceğimiz yerle ilgili bildiklerimiz aşağı yukarı bundan ibaretti, fazlasını kurcalayacak zaman bulamamıştık, nerdeyse yola koyulana dek. neyse, belki siz daha çoğunu biliyorsunuzdur, ben çok yeni öğrendim, tatil için seçtiğimiz bölgenin adı, yüzünüze güller, süd tirol imiş, almanca güney tirol demeye geliyor. burayla ilgili bana ilginç gelen (ve son derece yüzeysel araştırmalar sonucunda ulaştığım) fakat asla derinleştirmeyeceğim birkaç harcıalem gözlemi not düşüvereceğim.
avusturya’nın innsbruck vilayetini merkez alan dağlık bölgeye tirol deniyormuş. oradan verona-venedik hattına doğru inen dağlık bölgeye de güney tirol. buralar ezelden beri alman barbarının mesken tuttuğu yerlermiş. fakat birinci dünya savaşının sonunda italya’ya bir nevi savaş tazminatı gibi hediye edilmiş. %98’i almanca konuşan nüfusuyla birlikte bölgeyi devren teslim almış italyanlar. tabii yabancı bir yer olarak görmemişler, ettore tolomei adında bir italyan ziyagökalpi oturmuş hemen bu bölgedeki 10.000 kadar köy, kasaba, dağ bayır ismini italyancalaştırmış (kimisinin sonuna sadece bir “-o” koyarak, kimisinin etimolojisini takip edip romans köklerden geri türeterek). ve demiş ki burası zaten ezelittodan beri aslında italyano diyarıdır. zaman içinde buraya sicilya taraflarından ve başka bölgelerden karayağız italyanları göç ettirip nüfus dengesini bozmak için epey uğraşmışlar, faşizmin heyheyli zamanlarında mussolini ve hitler el ele verip bir tür “gönüllü mübadele” planı üzerinde anlaşıp bölge halkına “option” dedikleri seçenekleri sunmuşlar: ya sevitto (kalın ve almanlıktan ve bununla bağlı haklarınızdan feragat edin) ya terketto (italyan vatandaşlığından feragat edip defolun gidin size hitler babanız toprak verecek, besleyecek). neyse, milleti yıldıra yıldıra yüz küsur bin insanı gitmeye ikna edip imzalarını alsalar da daha 20-30 bin insan ancak gitmişken ikinci dünya savaşı’nın OLAYLAR OLAYLAR şeklinde bitmesiyle birlikte mübadele falan yarım kalmış, gidenlerin de epeycesi geri dönmüş. geri kalan on yıllarda italya burayı ne yapacağını uzun süre bilemese de çeşitli sürtüşmeler, kavga dövüş, dinamit vb. sonucunda artık yetmişlerde falan neredeyse tam özerklik verilmiş. bugün nüfusun yüzde yetmiş küsuru almandilli, bütün tabelalar, otobüs durağının adından trafik levhasına kadar BÜTÜN TABELALAR, çiftdilli. kamuya personel alırken bile bölgedeki bu yüzdelere göre alınıyormuş.
bu çiftisimlilikle ilgili bir vikipedi alıntısı bir de bölgeyi konu alan bir romandan alıntı bırakmak isterim. taksim işaretlerinin bir tarafı alman öbür tarafı italyan.
italya’ya indiğimiz günün bir genel grev günü olması sebebiyle dört saatlik yolu on beş saatte alarak, yarı ölü vaziyette, dağ başındaki köye nihayet ulaşınca, allah ne muradı varsa versin, otel/çiftlikevi sahibi hanspeter bizi köy garajından arabasıyla almaya geldi. ben hâlâ bölgenin olayını çözemediğim için kendisine etnikçi etnikçi sorular sordum, kendisini avusturyalı diye mi görüyormuş diye sordum. o da 92 yaşında ölen nenesini anlattı. 92 yıllık ömrü boyu o köyün haricinde sadece bir kez bozen şehrini görmüşmüş. yani hanspeter kendilerinin avusturyalı-alman-zartzurt değil, ORALI oldukların, tirollü olduklarını, kendi deyimiyle TİĞOOLAĞ olduklarını söyledi. ben ikna oldum.
ama ne cennet. yer orman gök dağ.
bir sürü virvir ettim ama sanırım gezinin gezi kısmına dair bir şey yazamayacağım. çünkü görgüsüzlük gibi. gustosuzluk demenin bir tür gustosuzluk haline gelmesi gibi. ama gustosuzluğa değinmeden de başka bir yerde olmanın keyifli yanını anlatmanın zor olması yüzünden de. ama oradaki bir haftadan unutmadığım şey şu olabilir: müziksizlik. allahım ne müziksizlik. ne kafede ne restoranda ne markette ne sokakta müzik. hiç bilmiyorum oralı insanlar ne müzik dinlerler, hiç de bilmek istemiyorum, ne büyük saadet. çünkü malum, müzik tenasül uzvu gibidir. başkalarının algı alanını ancak mahrem hallerde ve karşılıklı rıza kaydıyle işgal etmelidir.
(yeşili, yürümeyi, sessizliği, hayvanı, börtü böceği seviyorsanız ve tabii götünüzde ayı bağırmıyorsa, memleketin kan emici çarkından kenara üç beş lira atma imkânını bulabilirseniz, denk getirebilirseniz, bir gün gitmeyi değerlendirin. dağlarda köylerde kahvaltı dahil bir yere kapak atarsınız. toplu taşıma zaten bedava: bölge otellerinde konaklayınca südtirol misafir kartı diye bir şey veriyorlar, otobüse, trene, tramvaya, teleferiğe para vermiyorsunuz. marmaris’ten şurdan burdan her türlü ucuz. yalnız yemektir şudur budur konusunda da hiç italya değil, baya almanya.)
Hiç bilmediğim bir bölge hakkında yazmışsınız. Çok ilginç buldum. Teşekkür ederim.
İlkokullar hangi dilde eğitim veriyor o bölgede biliyor musunuz?
kesin abuk subuk çok iyi peynirli bir tatlıları vardır?